26 Eylül 2016 Pazartesi

ADLİ TIP KRİMİNAL 2



Klinik Adli Psikoloji
1909 yılında William Healy ilk mahkeme kliniğini oluşturmuştur. Adolesan (Juvenil) adalet sistemi daima, ceza değil, rehabilitasyonu vurguladığından, adolesanlara (juvenillere) psikolojik müdahale doğal bir başlangıç noktasıdır. 1914 yılında, ilk yetişkin mahkeme kliniği kurulmuştur ve yakın zamanda da çoğunluğu psikiyatristler olmak üzere, ruh sağlığı çalışanları rutin olarak adli vakaların değerlendirme ve tedavisini sürdürmeye başlamıştır.
İşledikleri suçlar madde kötüye kullanımı ve diğer psikolojik problemlerden kaynaklanan adolesan (juvenil) ve yetişkin suçlular ya daha ağır bir ceza olan hapis cezası yerine ya da hapisten çıkış sonrası ayaktan tedavi için sevk edilmiştir.Bazı ruh sağlığı kliniklerinde saldırganların tedavisi için özel programlar oluşturulmuştur. Mahkemeler bu kişilerin gösterdiği gelişmeler hakkında bilgi istemeye başlamışlardır.Hapisten iyi hali nedeniyle salıverilmiş/tahliye edilmiş suçluların da hapishaneye geri dönmeleri veya tahliye durumlarının devam etmesi geniş ölçüde tedavinin gidişatına göre belirlenmekteydi.
Psikologların toplum tarafından bağımsız bir uzmanlık olarak geniş olarak kabul görmesi durumu televizyon ve film dahil olmak üzere medyanın bütün şekillerinde kendini göstermiştir.
Adli ölçme: Klinik ve adli yaklaşım arasındaki ayrım
Klinik psikologlar, psikiyatristler ve diğer ruh sağlığı uzmanları hastalarını görüşme, psikolojik test, bazen aile ve hastane ve okul kayıtlarından alınan bilgiler ve önceki terapistlerden alınan bilgiler yoluyla değerlendirirler. Değerlendirmeyi takiben bir tanı konur.
Klinik uygulama yapanlar, ayrıca hastalarını dinlemek ve hastanın belirtileri ve anlattıklarını geçerli olarak kabul etme yönünde bir yaklaşıma sahiptirler. Yalan söyleme, abartma ve hasta taklidi yapma klinik uygulamada karşılaşılan durumlardır, fakat vurgu teşhis ve tedaviye yönlendirmedir.

Adli uygulamada ise, değerlendirmeyi yapan kişi ne olduğuna ilişkin olarak davacının anlattıklarını otomatik olarak kabul edemez, çünkü davacının yalan söyleme, abartma veya saptırma için doğal bir motivasyonu vardır.
Bu nedenle, geleneksel klinik yaklaşım adli ölçmelerde kullanılamaz. Ne yazık ki, klinik ve adli ölçme arasındaki farklılıklar adli psikoloji ve psikiyatri kitaplarında yeterince vurgulanmamıştır.
Psikolojik testler: Geleneksel ve özel adli testler .Objektifliğe olan vurgu nedeniyle (normlar ve standartlar içermesi nedeniyle), psikolojik testler adli ölçümlerde geniş ölçüde kullanılmaktadır.
Bilincin Farklı durumlarında görüşme yapma
NARKOANALİZ
Bazı psikologlar, psikiyatristlerle veya diğer uzmanlarla işbirliği halinde sanıklara sodyum amytal gibi bir madde intravenöz olarak verildikten sonra (Narkoanaliz) veya hipnotik transa geçtikten sonra görüşme yaparlar. Genel narkoanaliz teorisine göre, savunmaların ve kişiyi engelleyen diğer durumların azaltılması ile (maddenin verilmesi sonucunda) normalde soruları cevaplamayan kişi konuşacaktır.
Ancak, sodyum amital bir “doğruluk serumu” değildir. Narkoanalitik görüşme öncesinde yanlış bilgi verme, ve yanıltma konusunda kararlı bir kişi ilacın etkisinde de aynı şekilde davranacaktır (Mac donald, 1954; Reidlich ve diğ., 1951). Ancak, bazı saldırganlar ilacın etkisi altında suçlarını itiraf etmişlerdir. Narkoanalizin doğru sonuç vermesi geniş ölçüde uzmanın beceri ve deneyimine bağlıdır.
Hipnozun doğru sonucu verip vermediği konusunda da kesin bir şey söylenememektedir. Bazı durumlarda, görgü tanığının olayın detaylarını hatırlamasında yardımcı olduğu görülmektedir. Zonana (1979) narkoanalizle bir sonuç elde edememiş, fakat hipnoz altında itiraf elde etmiştir.
Ancak, pek çok diğer durumda (Revitch ve Schlesinger, 1981) başarı elde edilememiştir. Bu problemleri aza indirgemek için, Relinger ve Stern (1983) adli hipnotik ve narkoanalitik teknikleri standardize etmeye yardım edecek bazı genel kurallar belirlemiştir. Ayrıca, hem hipnotik hem de narkoanalitik teknikler ancak belirleme için oluşturulan izole durumlarda uygun olabilir.
Adli ölçmeleri karmaşık hale getiren faktörler: Kandırma/hile yapma semptomları
Adli ortamlarda, semptomların saptırılması ve abartılması genellikle meydana gelen bir durumdur. Sonuç olarak, adli uzmanın bu popülasyonda yanıltılmaya çalışıldığından şüphelenmesi eşiği düşük olmalıdır.
Yaygın görülen bir yanıltma şekli kendini hastaymış/ruh sağlığı hastasıymış gibi göstermektir. Diğer bir yanıltma şekli, ruh hastalığı belirtilerini azımsama ya da inkar etmedir.
Suçun faili, ceza ehliyetinin olmadığını kanıtlamak için kendisini ruh sağlığı bozukmuş gibi gösterebilir veya hapishane ya da hastaneden çıkmak için ruh sağlıklarının bozuk olduğunu inkar edebilirler.
Bazı durumlarda, bu durumun belirlenmesi “üçüncü kulak”’la dinlenilmesi ile gerçekleşebilir. Örneğin, kendisini bir hastalık belirtisine sahipmiş gibi çoğunlukla, çifte kişilik bozukluğu veya travma sonrası stres bozukluğu gibi “trendi” bir hastalığın belirtilerini seçer; ancak klinik tabloyu çok abartır.
Bununla birlikte, varmış gibi gösterilen psikotik belirtiler çok uzun süre boyunca korumak çok zordur.
Shneck (1962) “pseudo-malingering” adını verdiği bir durumu şöyle açıklar: ruh hastalığı bulunan bir hasta zaten yaşadığı bir hastalığı varmış gibi göstermeye çalışmaktadır. Benzer bir olgu, Ganser (1898) tarafından gözlenmiştir. Ganser, tedavi etmekte olduğu belli mahkumların 2+2=5 ve 10-1=8 gibi basit sorulara doğru olmayan, yaklaşık cevaplar vermişlerdir.
Bu hastaların kendilerini gerçekte yanlış yapıyor gibi göstermeye çalışmadıklarına; aksine öyleymiş gibi göstermeye çalışma görüntüsünü veren gerçekte bir bozukluğa sahip olduklarına inanmaktadır.
Bu sendrom 100 yıldan uzun bir süredir bilinmektedir. Farklı kültürlerde ve farklı ülkelerde gözlenmektedir. Eğer hastalar olmayan bir hastalığı varmış gibi göstermeye çalışıyorlarsa korkunç bir iş yapmaktadır ve hangi ruh hastalığı tablosunu çizmeye çalıştıkları da açık değildir. Her ne kadar seyrek görülse de, Ganser’in sendromu adli psikologların gözden kaçırmamaları gereken bir durumdur.
Akılcı olmayan hareketlerde bulunmuş olan bazı saldırganlar işledikleri suçta akılcı bir nedenin söz konusu olduğunu iddia edebilir. Schlesinger ve Revitch (1999) cinsel haz amaçlı obje çalan bazı hırsızların patolojik nedenlerle orada olmadıkları, fakat amaçlarının sadece hırsızlık yapmak olduğu konusunda kendilerini inandırmak için önemi olmayan şeyleri çaldıklarını tespit etmiştir. Kendilerinde bir hastalık varmış/yokmuş gibi göstermeye çalışanların seçtikleri bu yollara ek olarak, bu kişilerden çoğunun sadece yalan söyleme yolunu seçtikleri görülmektedir.
dli tıp prosedürü içerisinde en önemli konulardan birini akıl sağlığı ve yaş ile ilgili problemlerin yer aldığı Adli Psikiyatri oluşturmaktadır. Adli Psikiyatrinin temel konularını tefrik ve temyiz etme yani belli yaş sınırına kadar ve belli akıl ile ruh sağlığı düzeyinde kişilerin yapılan eylemlerin, olguların özellikle suçların anlam ve mahiyetini kavrama, sonuçlarını evvelden sezme yetisine sahip olup olmadıklarını kapsamaktadır.
Başlıca çalışılan konular şunlardır:
– Suça karşı ceza ehliyeti
– Alkol ve madde bağımlılığı
– Medeni hukukla ilgili problemler
İşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği:
Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Kanuna göre “12 yaşını bitirmemiş bir çocuk herhangi bir suç işlediği taktirde suçun tipi ve işleniş tarzı ne olursa olsun ve sanık çocuğun ruhsal, zihinsel gelişimi ne kadar mükemmel olursa olsun çocuk kanun gözünde işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği yoktur ve dolayısı ile hakkında herhangi bir ceza tayin edilemez. Ancak 12 yaşını doldurduktan sonra 12-15 yaşlarında bir çocuğun işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayıp algılayamadığı veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişip gelişmediğine , suçtan dolayı sorumlu tutulup tutulmayacağına bakılır.”
Burada suçun tipi ve işleniş koşullarıyla çocuğun göstermekte olduğu zeka gelişmesi ve ruhsal sağlık düzeyi ile tesiri altında bulunduğu sosyokültürel ortam tüm olarak değerlendirilir. Bu konuda hafif derecede debilite derecesindeki zeka geriliklerinin önemi büyüktür.
Özetle kanuni açıdan genelde herhangi bir zeka geriliği veya çocukluk devresi psikiyatrik sendromlarından birine ait bulgu göstermeyen ve 12 yaşını bitirmiş bir çocuk, işlemiş olduğu suçun cinsi ve işlenişinde psikopatolojik bir öge olmadığı taktirde işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin olduğu kabul edilir. 12 yaş her suç için geçerli genel bir limit olarak kabul edilmiş bulunmaktadır.
Suça Karşı Ceza Ehliyeti:
15 yaşını bitirmiş 16 yaşından gün almış suç işlediğinde sorumlu tutulması ana prensip olmasına rağmen 16-18 yaşlarda işlenen suçlar için tayin edilen cezalarda, yaşa uygun olarak nispi azaltılmaya gidilir. Bu yüzden bunlara yaşına uygun ceza ehliyeti tanımı kullanılmaktadır. Ancak 18 yaşını bitirdikten sonradır ki Türk Ceza Kanunu gözünde ceza ehliyetine tesir edecek nitelik ve derecede psikopatolojik bir bulgu göstermeyen bir suçluya, suçuna karşı kanunun öngördüğü ceza, hukuki bir başka neden yoksa tam olarak tayin edilir.
Ceza ehliyeti daima bir kişinin belirli bir tarihte işlemiş bulunduğu belirli bir suça karşı tayin edilir. Daha önce verilmiş kararlar yargıyı direkt etkilemez ama göz önüne alınır. Ayrıca kişideki akli bozukluklarla da ceza ehliyeti arasında direkt bir ilişki vardır.
Ceza ehliyeti tespitinde 3 özellik göz önüne alınarak şu kararlara varılabilir.
1- Tam ceza ehliyeti,
2- Azaltılmış ceza ehliyeti,
3- Ceza ehliyetinin bulunmaması,
Bir kişinin işlemiş bulunduğu bir suça karşı ceza ehliyetinin olması için o kişinin söz konusu suçu işlediğinde irade ve şuur serbestisini elinde bulundurması, olayları açıklıkla anlayabilip onlardan sağlıklı sonuçlara varabilme kabiliyetine sahip olması gerekir. Kişinin neleri ne için yaptığı ve bu yaptıklarının sonuçlarını bilmemesi, eylemine bilerek girişmesi gerekir. Bu gibi durumlarda tam ceza ehliyeti söz konudur.
Ceza ehliyetine sahip olmadığının kabulü için, o kişinin yaptığı eylemin fiziksel mahiyetini bilemeyecek veya bildiği taktirde, eyleminin yanlış olduğunu anlayamayacak düzeyde akıl hastası olması gerekir. Ağır seyreden akıl hastalıkları, ağır zeka gerilikleri ve şuur kaybıyla seyreden epilepsi nöbetleriyle böyle nöbetlerin öncesi ve sonrasında ortaya çıkan konfüzyon devrelerinde işlenen suçlarda ceza ehliyetinden bahsedilemez.
Yukarıda anlatılan tıbbi olaylarda hastanın işlemiş bulunduğu suçlarına karşı ceza ehliyeti yoktur. Bu gibi durumlarda sanığa ceza tayin edilemez, ancak hasta iyileşene kadar ağır cezayı gerektiren suçlarda 1 seneden az olmamak koşulu ile bir akıl hastanesinde tedavi altına alınır. Hastane kurulundan iyileştiğine dair bir karar alındığında, belirli bir süre düzenli aralıklarla kontrole gelmesi koşulu ile rapor düzenlenir ve mahkemece alınan bir kararla serbest bırakılır.
Bazen de psikiyatrik hastalıklarda kişinin irade ve şuur serbestliğini tam olarak ortadan kaldırmasa da bunları önemli ölçüde etkileyerek azaltır. Yani kişi hastalığından dolayı olayları tam ve net olarak anlama, değerlendirme kabiliyetinden yoksun olup, bulunduğu girişimlerin anlamını ve bunların doğuracağı sonuçları tam olarak sezemez, kavrayamaz. Çevredeki olayların kendisinde yaratmış bulunduğu impulsları kontrol altında tutamaz, bu gibi hallerde azaltılmış ceza ehliyeti söz konusudur. Hafif seyirli psikozlar, orta derecede zeka gerilikleri ile ağır nevroz veya kişilik bozuklukları, kişilik yıkımına varmış bulunan epilepsinin neden olduğu belirgin karakter bozukluklarının ve kronik stres reaksiyonları olaylarında azaltılmış ceza ehliyeti söz konusudur ve ceza belirli bir oranda azaltılır.
Bazı olaylarda organik hastalığa bağılı olarak kişinin ceza ehliyeti tartışmalı olabilir. Örneğin tifo esnasında oluşan ateşli hastalık dönemi, yüksek üreminin konfüzyonel durumu, ağır bir hipoglisemi, kişinin haberi olmadan başkaları tarafından içki veya herhangi bir toksik madde içilmesi halinde işlenen suçlara karşı ceza ehliyeti olup olmaması da değerlendirilir.
DNA teknolojisindeki son gelişmeler yargıya çözümsüz olduğu düşünülen olayları çözme olanağı getirmiştir. Gözle görülemeyen kanıtlar hırsızlığı, cinsel saldırıları veya çocuk cinayetlerini çözmede anahtar rol oynayabilmektedir. Ayrıca bu kanıtlar küçük bir yerleşim biriminde olduğu gibi tüm ülke çapında da değişik olay yerleri arasında bağlantı kurabilmektedir. Tehdit mektubunun pulundaki tükürük veya bağlanmış bir kurbanın bağlandığı ipteki deri hücreleri, şüphelinin kan veya tükürük örneği karşılaştırılabilir. Benzer şekilde bir tecavüzcünün olay yerine çıkarıp attığı şapkasındaki terden elde edilen DNA, değişik tecavüz kurbanlarındaki ısırık izlerindeki tükürükten elde edilen DNA ile karşılaştırılabilir.
DNA, eşleştirilmesi işlemi parmak izi analizine çok benzer. Şüpheliyi teşhis etmek için DNA veya parmak izi kullanılırken, olay yerinden elde edilen deliller, “bilinen” izlerle karşılaştırılır.
Adli kullanımda DNA kimliklendirme testinin parmak izinden bu yana kriminal araştırmada en önemli gelişme olduğu görülmektedir. Tükrük, deri, kan, saç DNA analizi ve teknolojisi suçla suçluları ayırmada polis, savcı, davalı ve mahkemelerde geniş bir şekilde kullanılmaktadır. DNA delilinin güvenilirliği daha önce yanlışlıkla tutuklanan bazı insanların aklanmasını sağlamıştır.
Bu yüzden DNA kimliklendirmesi sadece suçluları yakalama yöntemi değil aynı zamanda ciddi suçlardan tutuklanmış şüphelileri de aklamaktadır. Kriminal olgularda DNA teknolojisi adlî kullanımı 1986’da polisin Dr. Alec J.Jeffreys (DNA fingerprint terimini bulan) Leicester Üniversitesi, İngiltere’de iki zorla ırza geçip öldürme olgusunda şüphelinin tanımasını istemesiyle başladı. Testler suçları şüphelinin işlemediğini gösterdi. Polis şüpheliyi bölgede kan örnekleri alarak aramaya başladı. 1987 İngiltere’de bir olguda, Robert Melias DNA deliliyle ırza geçme suçundan suçlanan ilk insan oldu.
DNA nın ilk kullanımlarından birinde Amerika, Florida Orange şehri Cirent Mahkemesi 1987 Kasım’da bir suç olgusunda kan örneğinden elde edilen DNA’sı ırza geçilen kurban semenindekine uymasıyla Tommy Lee Andrew ırza geçmeden tutuklanmıştır.
DNA nedir?
DNA veya deoksiribonükleik asit, bireysel tüm genetik özelliklerin temel yapı taşıdır.DNA insan vücudundaki hemen hemen tüm hücrelerin komponentidir. Ayrıca, bir insanın tüm hücrelerindeki DNA aynıdır. Örneğin bir insanın kanındaki DNA ile, deri hücresindeki, spermindeki veya tükürüğündeki DNA aynıdır. DNA çok güçlü bir araçtır, çünkü tek yumurta ikizleri hariç her insanın DNA’sı birbirinden farklıdır. Bu farklılıktan dolayı, aynı parmak izinde olduğu gibi, olay yerinden toplanılan DNA ile olayla bir şüphe bağı kurabilir ya da şüpheyi elimine edebilir. Kimse bulunmasa dahi, akrabalarının DNA’sından kurban tanımlanabilir.
DNA delilleri olay yerinde nerelerde bulunabilir?
DNA delilleri canlı olan her yerden toplanabilir. Hayal gücü yüksek araştırmacıların sıra dışı kaynaklardan topladıkları DNA delilleriyle bir çok olayın çözülmesine yardımcı olmuşlardır. Bir cinayet diş kalıbındaki tükürükten alınan şüphelinin DNA’sı ile kurbandaki ısırık izinden alınan DNAnın karşılaştırılması sonucu çözülebilmiştir. Zorla oral ilişki sanığı maskeli bir tecavüzcü penisinden, olaydan 6 saat sonra alınan DNA materyali ile kurbandan alınan DNAnın karşılaştırılması sonucunda tutuklanmıştır.
Birçok olay, sigara izmaritlerindeki, posta pulundaki ve kayak maskesinin ağız bölgesine denk gelen yerlerinden alınan DNA analizleri ile çözülmüştür. Bir olayda da kurbanın boğazından çıkan köksüz bir kılın DNA analizi, katilin tutuklanmasında çok kritik bir delil olmuştur.
Delil toplanması ve korunması:
En olası delil parçalarını belirlemede ve önceliklerin saptanmasında araştırmacılar ve laboratuar çalışanlarının birlikte çalışmaları gerekir. Biyolojik materyaller potansiyel ölümcül hastalıklara yol açabilen AIDS virüsü (HIV) ve Hepatit B virüsü gibi zararlı patojenler içerebilirler. Bu yüzden DNA delillerine gereken hassasiyet gösterilmeli ve her zaman kendi laboratuar personelleri veya delil toplama teknisyenleriyle uzmanlar kontak halinde olmalıdırlar.
Kontaminasyon (Bulaşma):
Çok küçük DNA örnekleri delil olarak kullanılabilmesine karşın, bunu belirlerken, toplarken ve korumaya alırken bulaşma olabileceğinden çok dikkatli olunmalıdır.
Bazen de DNA delili kontamine olabilir, olguyla ilgili DNA, başka kaynaktan gelen DNA ile karışabilir. Bu bazen birinin delilin yakınında hapşırması veya öksürmesi ya da birinin ağzına, burnuna veya yüzünün bir parçasına dokunduktan sonra delile de dokunması sonucu meydana gelebilir. Bu olaylar yeni DNA teknolojisi olan “PCR” kullanımında delilin içerdiği DNA kopyalanmakta ve buna karışan diğer yabancı ve tanımlanamayan DNA’lar problem yaratabilmektedir. Özellikle bu kopyalama anında, kontaminasyonu önlemek için çok dikkat edilmelidir. DNA örneği test için teslim edildikten sonra, PCR işlemi örnekte hangi DNA’lar mevcut ise onları kopyalar, şüphelinin DNA’sı ile başka kaynaktan karışan DNA’yı ayırt edemez.
Taşıma ve Saklama:
DNA içeren delil taşınırken ve saklanırken, delili kuru ve oda ısısında tutulmalıdır. Öncelikle delil bir kağıt poşet veya zarf içinde muhafazaya alınmalı, sonra mühürlenmeli, etiketlenmeli ve bu yolla taşınmalıdır. Bu güvenli, etkin bir kimliklendirme ve etkin bir muhafaza zinciri sağlar. Deliller kesinlikle plastik poşete konulmamalıdır. Çünkü bu delillere zarar verici olan nemin oluşmasına sebep olur. Direkt güneş ışığı ve sıcak ortam da delillere zarar verebilir. Bu yüzden deliller klimasız oda veya araba gibi sıcak ortamlarda tutulmamalıdır. Uzun süreli saklama, depolama gerektiğinde, en yakın laboratuar ile temasa geçilmelidir.
Birleşik DNA Indeks Sistemi (CODIS)
Birleşik DNA Indeks Sistemi CODIS şüphelileri DNA profillerini kullanarak ayırt etmeye yarayan elektronik veri tabanıdır. Bu sistem otomatik parmak izi belirleme sistemi AFIZ’in benzeridir. Bu veri tabanı tecavüz, cinayet veya çocuk istismarı gibi suçlardan hüküm giymiş suçluların verilerinden oluşmuştur.
Aynı olay yerinde bulunan parmak izlerinin AFIZ’e dahil olup şüphelinin araştırılmasında veya başka olay yerleriyle ilişki kurulmasında kullanılması gibi olay yerinde bulunan DNA’ların profili de CODIS’e dahil olmaktadır.
Suç ve suçlu her zaman ilgi çekmiş bir konudur. Çünkü ünlü bir hukukçunun söylediği gibi nerede suç var orada insan da vardır . Suçun türü ise o denli çeşitli ve farklı olabilmektedir ki uzun zaman bu konuda çalışanlar standart tek bir tanım yapabilme konusunda başarılı olamamışlardır.
Suçun başlangıcının insanın var olmasına kadar dayandığını söylemek çok iddialı ve yanlış olmayacaktır. Her zaman için farklı boyutlarıyla çok farklı disiplinlerden çalışmacıların ilgisin çeken suç kavramı ile ilgili yapılan çalışmaların artmasıyla birlikte tüm bu çalışmaların tek bir başlık altında toplanması Kriminoloji bilimini yaratmıştır. Kriminoloji suç işleyen ve suça maruz kalan insanı inceleyen bilim daldır. Suçun işlenme yöntemleri ve ortaya çıkarılabilmesi ,ispatlanması için gereken çalışmaları kapsayan bilim dalı ise Kriminalistiktir.
Kriminolojinin temel tanımı suç ve suçlunun incelenmesidir. Kriminologlar bu temel iki terimin tanımında fikir birliği içinde değildirler. Bu da suç ve suçlu terimleri kullanıldığında bu terimlerin alternatif tanımları bulunması sonucunu getirmektedir. Ancak geniş anlamda suç ceza kanununun ihlalidir. Suçlular hüküm giymiş kişilerdir ve bu da kriminolojinin konusudur. Öte yandan, kriminoloji insan haklarının ihlallerin ve tüm şiddet olgularını kapsamaktadır.
Kriminoloji şu konuları da kapsamaktadır;
– Suç ve suçluların çeşitli şekillerinin boyutları, niteliği ve dağılımı ve analizi,
– Suçun nedenlerinin analizi ve ilgili teoriler,
– Ceza kanunları,
– Polisiye işlemler, tutuklama gibi kanun ve cezai adaletin çeşitli süreçlerinin incelenmesi.
– Cezalandırmada farklı politika ve uygulamaların çeşitli şekillerinin analizi.
Penoloji, farklı ceza tedbirlerin etkililiği ile farklı ceza rejimlerinin toplumsal bakış açısıyla analizini kapsamaktadır. Örneğin suçun meydana geldiği durumların çeşitli boyutlarını değiştirerek, suçluları tedavi ederek veya genel sosyal politikaları uygulayarak suçu kontrol etme, azaltma ve önleme girişimi çalışması bu kapsamdadır.
Viktimoloji, suç kurbanlarının incelenmesi-kurban durumuna düşürülmenin boyutları, dağılımı ve niteliği; suç ve cezai adaletteki rolleri ve onlarla ilgili politik boyutları kapsamaktadır.
Multidisipliner bir yaklaşım
Kriminoloji multidisipliner çalışmalar yapan bir bilim dalıdır. Kriminoloji başka farklı disiplinlerden yararlanmaktadır. Bunlardan öne çıkanlar Adli tıp , sosyoloji ,psikoloji, psikiyatri, hukuk, tarih ve antropolojidir. Bu disiplinlere biyoloji, coğrafya, ekonomi ve politik bilimler eklenebilir. Çeşitlilik olumlu bir durum olabilir, ancak bu disiplinlerin her birinin kendi varsayımları, temel fikir ve kavramları, paylaşılan bir bilgi kümesi, incelemede belli bir odak noktasının bulunması, tercih ettiği inceleme yöntemleri ve politikalarını belirleyen, dünyaya bakış açıları vardır. Disiplinler, aynı zamanda da kendi içlerinde de farklılıklar gösterebilirler. Bütün bunlar kriminolojiyi entelektüel olarak zorlu bir disiplin haline getirmektedir. Kriminolojinin, belli bir konuya diğer disiplinlerin uygulanması olduğunu savunan görüş bunun bir disiplin değil bir çalışma sahası olarak görülmesinin daha uygun olacağını öne sürmektedir.
Bu yüzyılın ortalarından itibaren kriminoloji kendi bilimsel dergileri, uzmanlık birlikleri, profesörlük ve enstitüleri vb. ile farklı bir kimlik ortaya koymuştur. Bu disiplin üniversiteler ve devletler tarafından desteklenen onaylanan bir uzmanlık alanı haline gelmiştir. Bugün yöntemlerin incelendiği kriminalistik ile insanın incelendiği kriminoloji tüm boyutlarıyla en önemli bilim dallarından birisi olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız Yazınız...